"bu incecik bir veda havasıdır."
Thursday, 6 October 2016
Monday, 12 September 2016
Thursday, 21 July 2016
Friday, 3 June 2016
ssk bağkur emekli sandığı
yaşantı zenginliğim yok. bi numaram kalmadı. zoraki sürdürüyorum yeknesak hayatımı. hayallerimin karnımı doyurmaya yettiği, yoksulluğa ve yoksunluğa rağmen yaşama sevincimin ve görecek güzel günlere inancımın olduğu zamanlardaki gibi hayat dolu değilim. sürekli koşmak istemek ve fakat hep yerinde saymak, yeteneklerimi de köreltti. kendimi iyi ifade edemiyorum. nüktedanlığımı yitirdim. muhabbetlerin aranılan ismiyken, sessizliğim sakinliğim ve tepkisizliğimle can sıkıcı, eğreti duran biri olup çıktım. alelade biriyim artık, olmak istediğim (hak ettiğimi düşündüğüm) yerde değilim. bu yüzden yaşama katılamıyorum. sıradan, renksiz ve arkadaşsız hayatımda evden işe, işten eve gidip geliyorum; sosyal bir yaşamım yok, cuma akşamı girdiğim evden pazartesi sabahı çıkıyorum. dünyaları sığ, zevksiz, cahil ve kifayetsiz insanlar arasında geçiyor günlerim (iş). buna katlanamıyorum ve en kötüsü bu beni yiyip bitiren gidişe bir dur diyecek, yeni bir başlangıç yapacak heyecanımın, inancımın ve umudumun neredeyse tamamen tükenmiş olması. yapamıyorum, edemiyorum: beni yaşama yeniden motive edecek hiçbir olumlu gelişme olmuyor çünkü hayatımda. olacak gibi de görünmüyor. karamsarım. bu bedbinlik, artık kabullenmekten başka çaremin olmadığı kaderim oldu. saplanıp kaldım. hayatımda hiç olmadığı kadar yetersiz (bazen de değersiz) hissediyorum. üretken olamıyorum, zihinsel faaliyetlerim yavaşladı; çünkü kafam hep kadersizliğimle meşgul. tezer özlü'nün "bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. inemiyorum. yaşayamıyorum. ölemiyorum." dediği yerdeyim.
Monday, 1 February 2016
sone 66
vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, değil mi ki ayaklar altında insan onuru, o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen'e ... ...
william shakespeare, (türkçesi: can yücel)
Sunday, 24 May 2015
you just know; how to hide, how to lie
kendi ruhumuza özen göstermediğimiz zaman kaybımız iki yönlüdür: özensiz ruhumuz bir yandan fiiliyat olarak özen göstermeyi hayatımızın geri planlarına iter, yani ruhuna özen göstermeyenin ne kendi bedenine ne de bir başkasının ruhuna ve bedenine özen göstermesi söz konusu olabilir. ruhuna özen göstermeyen kişi, artık eşyaya ve yaratılmış olana karşı her türlü özensizliğin kaynaklarından biri haline gelir. diğer taraftan kendi ruhuna özen göstermeyen kimsenin, ruhuna özen gösteren diğer bir kişiyi tanıyabilmesi, farkedebilmesi de imkânsızdır. dolayısıyla özensizlik bütün üstün değerlerin yıkılıp gitmesi ve erdemle yüceltilmiş bütün tavırların yasaklanması, en azından gülünç kılınması için en uygun ortamı doğurur.
(faydasız randevu, ismet özel)
Saturday, 16 May 2015
kaptan arka kapı
millet olarak uzun boylu cümleler kuramıyor, konuşurken art arda üç beş düzgün cümle sarfedemiyorsak; bunun sebebi, okumuyor olmakla birlikte, dinlemeyi de bilmiyor oluşumuzdur.
Wednesday, 13 May 2015
senin ben cemaziyelevveline...
başımdan neler geçti, neler geçiyor. yazmak istiyorum, yazamıyorum: bi' evleneyim, karıma anlatacağım hepsini.
Friday, 1 May 2015
Saturday, 25 April 2015
Saturday, 4 April 2015
bir mâniniz yoksa bu akşam sevişelim mi
[ff kapanıyor diyeler / üç günden sonra duyalar / şöyle garip
bencileyin]
ff’yle (friendfeed) ilişkimi
zaten uzun süredir ikinci katip düzeyine indirmiş bulunuyordum. yirmi
iki şubat iki bin on beş tarihindeydi sanırım, birkaç ‘’feed’’ eklemiş ve
gecesinde sevdiğim bir feed’imi up’latarak –blog’da yazarken ff jargonunu
kullanmak da tuhaf- ‘’bize ayrılan
sürenin sonuna geldik, allah’a emanet olun (yarısı kürtçe ama)’’ diye son
yorumumu ekleyerek ff’den külliyen kopmanın sinyalini vermiştim haddizatında. yirmi
sekiz şubat iki bin on beş akşamı, sessiz sedasız, son kez giriş yapıp
profilime ‘’50 metre ileriye taşındık... https://travis-tony-tyler.blogspot.com diye yazarak ff hesabımı
‘’kapattım’’. a tabii bunu yaparken blog adresimi ff’ye iliştirdim ki,
yazdıklarım oraya düşsün. blog’umun gayetle şık ve sade olması için az
uğraşmadım, bir amatör olarak. ff’nin kapanacağını yakın zamanda öğrendim. üçüncü
haftasına girecek, klinikte tedavi görüyorum. öncesinde kötüydüm zaten, rapor
almayı düşünüyordum, klinik tedaviyi reva gördüler. bugün 1 geceliğine izin
alıp eve geldim. (bir mâniniz yoksa bu akşam sevişelim mi!) yarın akşam ilaç saatinden önce klinikte olmam gerekiyor. birkaç şey yazmak istedim ff kapanmadan.
yalnız, şu sıralar biraz fazla (ve ağır) ilaçlar aldığım için düşüncelerim çok
karışık, toparlayamıyorum. duygu fırtınalarıyla coşuyorum bazan, çok güzel
tümceler dolanıyor zihnimde; bazan da
tıkanıp kalıyorum. bir kahve.
(porselen bardakta kahve içmenin -ne kadar sıradan bir şey
değil mi- büyük bir nimet olduğunu, plastik bardakta kahve içmek zorunda
kaldığında anlıyor insan. hele şimdi)
son altı ay, belki
daha fazla bir süre; ayda bir, iki ayda bir, birkaç günlüğüne uğruyor sonrasında
gene işime gücüme, yalnızlığıma yorgunluğuma, okuyup fikretmeme dönüyordum. hiç
giriş yapmıyor, çoğu kez ana sayfama bile bakmıyordum. öylesi daha makuldu
benim için: sosyoloji okuyorum, daha ders çalışayım, daha okuyayım,
kafam rahat etsin, daha film izleyeyim, daha tiyatroya gideyim ve daha sokakta
olayım diye özellikle uzak durmaya çalıştım ff’den. -yazmıştım bunu bi sorana
önceden.- beni ordan uzaklaştıran tek saik bunlar değildi elbette. ff’yi
önemsiyordum; bir feed ekleyecekken, söze konu feed’e en uygun, en şık, en işe
yarayan görseli bulmak veya üretmek için çok çaba sarf eder ve çok zaman
harcardım. estetiğe, güzelliğe, mükemmelliğe meftunum ondan. en iyisi olsun
istiyorum. çoğu, beklediğim rağbeti görmedi ne yazık. rağbetten kastım, feed’in
layk’lanması, yorumlanması değil sırf. kaldı ki birçok feed’im çok sayıda
yorum/layk almıştır. böyle tepkiler almasa bile dikkate şayan görüldüklerini
anlamış, hissetmişimdir. kötü ve esas olan yazdıklarım/eklediklerim dolayısıyla
bir arkadaşlık ortamı olan yerde pek kimseyle bir yakınlık, ünsiyet (panpalık!)
kuramamış olmam. daha doğrusu onların (aboneler) benimle ‘’o kadar da’’ samimi
olmamak istemeleri. aboneleştiğim(iz) arkadaşların ve arkadaşlarının laakal
yarısının; can ciğer, iyi, dürüst,
makul, zeki, üretken olduklarına içtenlikle inanıyorum: yoksa o kadar mizah,
fikir teatileri, yaratıcılık nasıl çıksın ortaya… peki neden bir süre sonra, çoğunlukla yalnız ve uzaktan izleyen biri olup çıktım ff’de. birçok sebebi var, bir ikisini yazmak istiyorum. ff bağlamından çıkıp oraya döneceğim gene.
müzmin muhalifim. tabiatım
öyle, ‘cinslik olsun’ diye değil ve durumlar öyle gerektiriyor. lisedeyken bana ilelebet muhalefet diyordu
kıskanç kızlar (: çocukluğumu ve ilk
gençliğimi saymazsak hayatım boyunca hep ‘’yalnızdım’’, ‘’yalnızım’’. çevremde
arkadaşlar, az olsa da dostlar var elbette. bundan söz etmiyorum. ecnebilerin
out-group hostility dedikleri şeye bireysel olarak maruz kalıyorum sanıyorum:
bir grubu dışlamak, düşmanca ayrımcılık yapmak vs. beni seven her bir arkadaşım
bana bir sebepten mesafeli duruyor. ve içtiği su ayrı gitmeyen dostluklar peyda
olmuyor böylelikle. özeti bu. o, bir sebepten’ler; benim kimliğim, kişiliğim,
fikriyatım. kürdüm, iyi bir kul olmasam da, güçlü bir tanrı inancım var
–allah’a şükür-, tabusu olmayan, karşıt görüşle karşılaştığında, ne olursa
olsun, sinirlenmeyen ve dinleyen biriyim. bilmiyorsam öğrenirim, yanlışsam
düzeltirim kendimi. eleştiriye açığım, öğrenmeye kapalı değilim. hilafıma giden
kişinin (düşüncesinde haklıysa veya doğruysa vs.) beni ikna etmiş olmasından memnuniyet
duyarım. ve lâkin böyle mis gibi bir herif olmama rağmen hep mesafeler giriyor
arkadaşlarımla araya. kürt olmaklığım mesele olduğunda, derdi kürtlük olanlar hakkımı teslim ediyor, yanımda
duruyor ama aynı kişiler meselâ derdim
dinim olduğunda kayıtsız kalıyorlar bana. aksi de oluyor elbet: iyi müslümanken pis
kürt olabiliyorum. salt din, ırk/etnisite bağlamında bu örnek yeter, yazıyı uzatmama
adına. aklını yitirmiş bu çirkin ülkede, her gün her bişey tartışma konusu
oluyor ve insanlar öylesine kümelenmiş ki; kimse kimsenin safına, yanına
geçmeye cesaret edemiyor. meselâ sırf insan hakları çerçevesinde bile insanlar
bir araya gelmiyor, gelemiyor. olan, derdi sırf kürtlük, türklük, islamcılık
vs. olmayan kişilere oluyor. onlar yalnız kalıyor.
beni normal yaşantımda tanıyanların ff’deki hesabımı
bilmelerinde bir sakınca yok, hatta soranlara anlatıyordum bile. kendimi
olduğum gibi yansıttım ve bazen olmak istediğim gibi göründüm. iyi kullanıcılarla güzel sohbetlerim oldu,
kimilerini tanımaktan, kimileriyle tanışmaktan ziyadesiyle memnun kaldım. ancak
işte bu arkadaşlıkları ilerletemedim, hiçbiriyle enseye şaplak göte parmak mesabesinde bir arkadaşlığım olmadı: ‘’ama arkadaşlar iyidir.’’ şiire, müziğe, nezakete, tanrıya, deliliğe,
cinselliğe, siktir etmeye, tütüne ve çaya bağımlıyım. ff bunlar için pek müsait bir
yerdi benim için, sadeliği meselâ. facebook, twitter hesapları açmıştım ama neredeyse hiç
kullanmadım, dünyada internet erişiminin olmadığı herhangi bir yerdeki bir insan için facebook neyse benim için
de facebook o. gerizekâlı kovanı gibi görünüyor. twitter hesabım olmamakla birlikte, bazen mühim
olaylar cereyan ettiğinde anahtar kelimelerle gündemini takip ediyorum. iki bin
on bir senesinde açtığım ve sonrasında yazdığım tüm girişlerimi sildiğim
‘’Geçmiş Zaman Koleksiyonu’’ blog’umu yeniden aktif ettim, birkaç yayın ekledim
bile. trafik kaynaklarından ff’den gelenlere teşekkürler. bundan gayrı,
sırf blog’umda yazacağım. birkaç cümlelik bile olsa, fikrettiğimi yazacağım,
yahut da güzel alıntılar ekleyeceğim. ff’dekiler yeni bir yere taşınırsa, ki
gördüm öyle bir muhabbet, sırf yazdıklarımın bağlantısını vermek için
kaydolabilirim oraya.
aslında, ff’yi daha yazacağdım ama yoruldum. yukarda
yazdıklarımdan bağımsız, mesela, teknik sebeplerden dolayı da, (pc'den yazamamak, ttnet nam aşağılık şirketle sorun yaşayıp internete erişememek vb. gibi) ortama (ff)
dilediğim gibi yansıtamadım kendimi. bu
minvalde uzunca yazabilirim, mühim olmasına rağmen gerek görmüyorum artık... bazı
feed’lerde; feed konusu için (devamı gibi.) akşama inşaallah, bugün yarın,
müsait bir zamanda diye diye hep erteleyip sözümü yerime getirmediğim için,
ilgili arkadaşlardan özür dilerim. gerçekten çok özür dilerim, ayıp bişey.
haklı mazeretler öne sürebilsem de ayıp. bunlar hâricinde ff’de bana
küfredenler dâhil hiç kimseye küfretmedim, hakaret edenlere hakaret etmedim.
birkaç kişiye gerizekâlı diye tepki verdiğimi (hakaret tabii), bir kişiye ‘’bu
ne lan askdjl’’ diye yazdığımı (lan’ın etimolojisiyle karşılık verip "hakaret" etti, ‘’oğlan’’ diyerek.) bir kişiye de, say hello to my little friend diye
hakaret ettiğimi hatırlıyorum.
ff’nin kapanışı üzerine böyle bir yazı yazmak
istemezdim, zira vakit geçirmekten hazzettiğim çok zamanları da oldu, çok
eğlendiğim, çok heyecanlandığım.
güzel şarkılar, hoş dizeler, tatlı anılar, gündelik
yaşanmışlıklar, iyi kötü haberler, tartışmalar ve sair; her şey için
teşekkürler ff. (Alper Kamu, FriendFeed)
görsel: narcissus pseudonarcissus, martin hirtreiter
Wednesday, 18 March 2015
fuck pride. pride only hurts, it never helps
çünkü insan, haklı olduğu hâlde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini, kimi zaman cesaretin mükafatının olmadığını.. öğrenmiştir.
(albert camus)
(albert camus)
Saturday, 14 March 2015
bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesiyle irtifaının hasıl-ı darbının nısfına müsavidir
konuşurken, art arda dört beş cümle kurabilen kızlara bayılıyorum... uykusuzluk çekmesinler, odaları güneş görsün, otobüslerde ayakta gitmesinler, işleri rast gitsin, aşksız sekssiz kalmasınlar inşaallah.
Wednesday, 11 March 2015
kötüsünüz. çirkinsiniz. hüsrandasınız.
otuz yıldır bu dünyadayım, artık kesinlikle iman ve idrak etmekteyim; insan [gerçekten] hüsrandadır (asr 2).
Saturday, 7 March 2015
sen bir garip çingenesin, nene gerek gümüş zurna
bazen (bazen?) ne denli uğraş verse de, kaderini tayin edemiyor insan. hükmü cirmince çünkü... hayal kurmak güzel, plan yapmak kötü.
Saturday, 28 February 2015
ölüm orucunda tohum yeşertmek
eğer saçınızın telinden, ayakkabınızın topuğuna kadar her yeriniz çamura bulanacak şekilde yerlerde sürüklenip dövülürseniz; ve onları tuvalete akıtmaz da leğenler içinde toplarsanız, o gazlı toprakları havalandırıp, şubat'ın 28'inde cemre düştüğü zaman içine bir limon çekirdeği korsanız; ve her gün büyük bir şevkle üzerine titreyip, nerde güneş gölge orda yer ararsanız, nisan'ın ilk haftasında, emeğinizden yemyeşil bir limon filizinin boy verdiğini görürsünüz.
nuriye akman'ın yüzleşme kitabını okuyorum, dün başladım bitirmek üzereyim, öyle sürükleyici: 205 gün açlık grevine (ölüm orucu dahil) girmiş oya açan ve eşi selim açan'la söyleşisi. denk gelirseniz, muhakkak okuyun... ölüm orucuna girmiş bir insanın, çok çok zor şartlar altında dahi umudunu, yaşama sevincini yitirmeyip bir limon çekirdeğini filizlendirmesinden çok etkilendim. sıkıldığım zamanlar bunu hatrıma düşüreceğim. dersimi aldım.
Wednesday, 18 February 2015
Subscribe to:
Posts (Atom)